Kategori arşivi: 5.05.Zahitlik Hakkında Derim Ki

Zahitlik Hakkında Derim Ki

Zahitlik hakkında derim ki:

İnsanlar Allah(c.c.)’ı bilmek için yaratılmışlardır. Bunun başlangıcı da İslâm’ın şartlarını yerine getirdikten sonra, yasaklara uymak, helâl ve haramı tanımak ile olur. İnsanların bir kısmı bu kadarı ile yetinirler ve daha ilerisini düşünmezler bile. Bir kısmı da edindiklerini yeterli bulmayarak, daha derin bilgilenmek isterler. Bilgilendikçe, Allah’ı daha çok tanımaya başlarlar. Tanıdıkça kalplerinde sevgi hasıl olur. Hz. Peygamberimiz (s.a.v.)’in ahlâkını, sünnetlerini öğrendikçe, sünnetlere uymaya çalışır. Bu güzel ahlâk ile ahlâklanmak isterler.

İnanmış ve hakikate yönelmiş olan insanların bir kısmı, ibadetlerini arttırarak, varacağı yerin daha yüksek olmasını ister. Bir kısmı ilim ile gidişin ve yükselişin mümkün olduğunu düşünür. Bir kısmı zühd ile, diğer bir kısmı takva yolu ile, az bir kısmı ise irfan ile gidişi mümkün görür.

Asl olan; ruhlar olarak yaratıldığımız âlemden, yaşadığımız  şu mülk âlemine indirildikten sonra, daha önceden mevcut olan bilgimizi unutmuş ve dünyaya geliş amacımızdan sapmış olduğumuzdur. İşte unuttuğumuz bu bilgiyi yeniden hatırlamamız ve gayemize kavuşmamız için yaşamakta olduğumuzu, hiç değilse ilmen bilmeliyiz. Eğer dünyada yaşarken bu bilgiyi hatırlayıversek, asli vatanımızdan ayrılmış olmanın acısını öylesine hissedecektik ki, oraya kavuşmaktan başka bir gayemiz kalmayacaktı. Bu gaye de, insanı dünya ve hatta ahiret sevgisinden sıyıracak, hiçbir gayrete hacet kalmadan, maksat hasıl olacaktı.

Bu sebepledir ki; kalbine Allah(c.c.) muhabbeti düşen kişide, bu arzu edilen olmuş olur. Kendiliğinden bu sevgilere yer kalmaz. Tek maksadı, esas vatanına kavuşmak, hicret etmek isteğidir. Bu vatan ise, Allah-ü Tealâ’dır. Burada kavuşmak derken ölümden değil, yaşar iken tevhide ulaşmaktan söz ediyoruz. Bu; fiil, isim, sıfat ve Zâtî tecelliler ile doluş diye de söylenebilir.

Her insan bunu yaşayamaz. O zaman gayret ile olan yollar açıktır. İşte zahitlik de bu yollardan biridir. Bu yolların hepsi hak ve gerçektir. Hiç biri diğerinden üstün değildir. Sadece zorluk ve kolaylık bakımından farklar vardır. Aşk ve muhabbet yolu, gayretsiz olarak hasıl olduğu için, yapılması gereken her şey kendiliğinden yapıldığı için, kolaydır. Lâkin aşkın da kendisi başlı başına zahmettir. Fakat bu zahmet bile aşkın içinde, anlaşılmadan, iradesiz olarak yaşanır. Şöyle anlatılabilir: Aşık olanın terk edecek hiçbir şeyi olmaz. Canı da dahil olmak üzere, sevdiğine peşin olarak her şeyini vermiştir. Dünyayı terk etmek bu kadar zor olduğu halde, kalbinde yoktur ki, terk etsin. Kalbinde   Allah(c.c.) sevgisinden başka bir şey kalmamıştır. Ne Cennet düşünebilir, ne Cehennem’de yanmaktan korkar. Sadece aşık olduğunun muradına iradesiz olarak uymayı bilir. O nereye koyarsa, orada durur. Belki anlaşılması zor bir durumdur da, Hz. Mevlâna’ya aşktan sorulduğunda, “Ben ol da bil” demiştir.

Allah-ü Tealâ, dünyayı kerih gördüğünü bildirirken, kullarının da dünyayı tanımasını dilemiş, terk edilmesi gerektiğine işaret buyurmuştur. Allah’a gidiş yolunun açıklığı için, kalbin; meşgul eden her türlü düşünce ve istekten sıyrılması gerekmektedir. Zahitliğe girenler, kalplerini bu işgallerden korumaya çalışırlarken, bir taraftan eskiden beri işgal etmiş olanları def ederler, bir taraftan da yenilerini uzaklaştırmak isterler. Çok büyük bir gayret ve nefis terbiyesinin içindedirler. Bu bakımdan takdire şayandırlar.

Diğer yandan da biliyoruz ki, bazılarının kalbine; sahip oldukları ile ilgili bir muhabbet girmemişse, bu kişiler zahitlerin almak istedikleri yolu aşmışlar demektir. Fakat bu da her nefsin kendini savunmak üzere söyleyeceği bir yalandır. Herkes  dünyayı sever. Kalp ise dünyadan bir şeyler ile daima meşguldür. Ancak; ya özel yaratılmış olan Peygamberler ve Onların peşinden gidenler;  ya da aşk ve muhabbet rüzgârının estiği kalpler, müstesnadır. Bu iki durum dışında, gayret ve çalışmak ile, nefis mücahedesi ile, zikir ve sohbet ile belli bir gayeye zor da olsa ulaşılır.

Zahitlikte aslolan, kalpten Allah’dan başka her şeyi çıkarmaktır. Bunun için kuvvetli bir iman gereklidir. Sülûkta(yani Allah’a doğru yolculukta), kul her gün imanını gözden geçirerek, nefsinin yanıltmalarına, aldatmalarına uyanık olarak, dinin makamlarına birer birer ulaşmalıdır. Bu bazen senelerini kapsar. Yılmadan yolun yolunda bulunmalıdır. Onlarca yıl bir yandan ibadet, diğer yandan yol almak için gerekenlere riayet, elbet zordur. Ve nefsine yenik düşebilir. Bu bakımdan dostlara, kendi gibi arayanlara ihtiyaç duyulur. Böylece birbirinden kuvvet alınabilir. Burada yol göstericinin önemi çok büyüktür. Mürşit yola ışık tutup, yolcuyu aydınlatır. Sohbet ise yol almada en kıymetli etkendir. Kişinin kendi kendine belki de hiç göremediklerini görmesine vesile olacaktır. Senelerini cehd ve gayret içinde harcayarak ilerlediğini sanan kişi, belki de dağ olacak, kibre düşecek ve fakat bunu göremeyecektir. İşte nefsin ve şeytanın oyunları, hileleri, yola koydukları barikatlar, sohbetlerle öğrenilir. Bu bakımdan sohbet, yetkili bir ağızdan yapılmak üzere; ne ümidi fazla vererek, ne de korkuyu öne çıkartarak değil; tam yerinde olmak üzere çok önemlidir.